Forum
=> Daha kayıt olmadın mı?




internet kitapçınız kitapyurdu.com'dan binlerce kitaba ulaşabilirsiniz.

Ucuzaçık

Forum - Türkiye’nin Aptalları

Burdasın:
Forum => KÜLTÜR SANAT => Türkiye’nin Aptalları

<-Geri

 1 

Devam->


kavakyolu
(şimdiye kadar 2 posta)
05.01.2008 20:37 (UTC)[alıntı yap]
TÜRKİYE'NİN APTALLARI

Kitap fuarında yüzlerce şairin ismi, toplantısı pasneli. Birçoğunu şahsen tanırım.
Bir mağara adamı onlar. Cahil okumamış ve bozuk. Bu insanlar neden bu kadar cahil ve dünyadan habersiz sorusu, bizim üstümüze kaldı.
İsmini söylemeyeyim, mesela Şükrü, yirmi yıldır tanırım. Misler gibi genç bir çocuktu.
İlk yazdığı şiirleri bilirim. Heyecan ve gizlilikle bana okur, bende edebi bir okşayışla “kâğıda dökülen kelimelerinin ömürleri uzun olsun” diye tatlı tatlı takılırdım. Yanıma geldiğinde temiz yüzüyle bir güzellik getirirdi, deri çantası hep şişkindi. Canını dişine takmış deli gibi kitap okur, dünyanın en sıcak en tatlı arkadaşıydı.

Sarmaşıklar, ağaç yaprakları, gölgeler, akşamlar, münzevi insanlar, uzak semtler, eski kitaplar, kırgın kadınlar, kırık kalpler, hepsiyle ıstıraplı ve çok koyu bir arkadaşlığı vardı, galiba şair oluyordu. Bir zaman sonra aramız bozuldu, sert tartışmalarla birbirimizi baltalayaArak öldürdük.

Şükrü şiir diye kazıklanmıştı. Birkaç dergi editörü tarafından tuzağa düşürülmüş, delirtilmiş, tüm hayatı mahvolmuştu. Bugün gibi hatırlıyorum, elinde Enis Batur’un şiirleri, benim midem kalkar, o ise dünyanın sırrını çözmüş gibi okurdu:
“Yasalar inecek doruğun sisinden. Devinim yok. Kum saati yatay duruyor. Göz uzağın ötesini arıyor. İp düğümün karmaşık evrimini. Artık biliyoruz biz bilisizler. Söz sorumsuzdur. Söylüyoruz gene de sığ sığamızdan içerdiklerini. Ama zamanın önüne koyduğu ardımızda bıraktığına özdeş. Her söylev bir susku bütününe hazırlık gerçekte..”

Gülmekten donumuza .şediğimiz bu saçmalıklara Şükrü niyeyse fazla inanırdı. Keşke gülüp geçebileceğimiz bir hastalık olsaydı. Şimdi bu saçma adamlar tüm dergileri işgal etmişler, diz boyu manyaklık yüzlerce genci allak bullak etti..

Şükrü’ye bağırıyorum,” Şükrü bunlar manyaklık okuma oğlum. Saçmanın daniskası..”..Şükrü büyülenmiş gibi devam ediyor: “Bir zamanda böyle geçsin pusula / durmadan dönüp durursun şimdi / Fırat, köpük içinde bir at yüzünü sayısız / sayfa kaplamış durgun görür göz yazısı / sorunun düştüğü su, boğulayazdığım yanıt / matal matal matarar, benim bildiğim söz değil / Bin gürültü birimi önümden hızlıca akar ki yüzüm..”

“Dur Şükrü, Allahını seversen, dur..” Durmak bilmez. Çantasından yine Enis Batur’un şiirini çıkarır: “Dramatis personae: Saat ve menkıbeler arası bölünmüş dik kafalı portreler galerisi: Bir hamlet geçiyor!”..
Bu manyak hiçbir işe yaramayan mısraların sahipleri bugün binlerce dolar maaşla dergi editörlüğü yapıyor. “Ne lan bunlar Şükrü?”.. “Sen ne anlarsın?” diyor, “Sen ne anlarsın” cümlesi en büyük savunmaları, beyinleri, kişlikleri, hayat tarzları, “ sen ne anlarsın!”..

Pis herif, usanmamış, bıkmamış, terbiyesizce yüzlerce gencin kafasını .üzmüş. Binlerce kelimeyi yan yana getirip kandırmış gariban çocukları. Alın okuyun işte, Enis Batur, Opera, Papirüs, Mürekkep, Tüy, İblise Göre İncil, Doğu Batı Divanı, Kandil gibi baştan sona paçavralarla devam etmiş. Tam otuz yıl kusmuş. Dur diyen olmamış. Kendi gibi bir yığın bozuk herif türetmiş. Bu sefer birlikte kusup tuhaf bir tarikat olmuşlar.. Tam bir kelime bozukluğu. Bir şey söylemeye çalışıyor ama otuz yıldır beceremiyor. Ancak cahil okuyucu, sanki bu kelimelerin derininde büyü saklanmış gibi imalarla kandırılmaya çalışılıyor. Düz okuyucu bir bakışta göremiyor, anlayamıyor, oysa derinde ne anlamlar gizli. Tam bir dehşet! Kandırmaca.
Anlamsız metinlerle bir piyasa oluşturmayı başarmış bu saçma herifleri kutlayalım. Ve bu yazar, şairler medyada çok övülüp boy gösterince, aşağılık kompleksiyle okuyucu, “evet, herkes beğeniyor, anlıyor, bende bir eksiiklik var galiba” demeye başlıyor!


İşte ispatı. Bilgi üniversitesi’nden parayla ders almak isteyen öğrenciler, Mete Tunçay gibi ünlü tarihçilerin adını hiç yazmıyor ama Elif Şafak gibi medya şöhreti cahilin dersine binlerce dolar yatırıyor. Daha nasıl bir felaket bekliyoruz. Anneler, babalar, çocuklarımız paralarını çarçur ediyor. Ne yapsın çocuk açıyor dergiyi o, açıyor gazeteyi o.. Çocuğun yaşı 19 bilemedin yirmi. Ne yapsın..

Yazar ve şair, ekranda, dergide, köşesinde, yâda röportajında, kendine öyle derin pozlar veriyor, öyle büyük edebiyatçı rolleri oynuyor, öyle çok hikmetli laflar buluyor ki, okuyucuya şunu diyor: ben büyük yazarım, herkes bunu kabul etmiş, sen aptalsın, o yüzden anlamıyorsun.

Aptallık da bir kölelik biçimi. Medyamız başardı bunu. Bomboş okuyucular, bomboş yazarla çekişip duruyor. Okuyucu ezikliğinde kurtulmak için, işte bu kurnaz yazar-şairleri okuması lazımmış mecburiyetine sürükleniyor. Bir şey anlatılmadığını görüyor okuyucu. Ama etrafında aptallığı anlaşılmasın diye kamuya uyup: “Herif müthişti” diyor. Müthiş olan aşağılık kompleksi. Kendi cahilliği.

Bakın size edebiyat metninin ne olduğunu anlatayım, bir dut tanesi, yâda bir diş sarımsak yiyin. Hayatın inanılmaz tatlarından bir minik tadın rengi ağzınızı kamaştırır. Bu tadı çocuk, hayvan, köpek, örümcek, insan herkes pekâlâ anlayabilir. Şimdi, bu dut gerçek bir duttu ama ben anlayamadım diye bir şey yok. Dutsa, duttur. Değilse, değildir. Zoraki tat arama. Kendi damağınızda, ağzı bozukluk aramak.. İşte hedefledikleri bu. Aşağılık kompleksi büyüdükçe, okuduğu manyak yazar için daha büyük laflar etmeye başlar okuyucu: “Mükemmel, yari doldurulamaz şair, yazar!”.. Bir dergide okumuştum, Hilmi Yavuz için “son iki yüzyılın en büyük şairi” yazılmıştı..

Ali Nejat Ölçen anılarında anlatır, İsmet Paşa nereye gitse yanından küçük siyah çantasını bırakmazmış. Korumaları küçük siyah çantayı kolluyor. İçinde devletin sırları, Türkiye'nin her şeyi saklıymış. İsmet Paşa yanında taşıdığı bu büyük devlet sırlarının saklandığı çantayla da meşhurdu. Bir gün ünlü öğle uykusu, şekerlemelerinden birini yapmak için odasına gelmiş Ali Nejat'ın, siyah çantayı açmış, Ali Nejat'a, sana büyük devlet sırrını gösteriyorum, yalnız sana gösteriyorum, demiş. Çantayı açmış, bu küçük işlemeli yastık. Mevhibe İnönü'nün işlediği yastık. Vurmuş yastığa kafayı, uyumuş...

Felaket son sürat sürüyor, dergiler, medya, yayınevleri, bu kompleksli okuyucuların pazarından trilyonlar kazanıyor!

Oysa edebiyat, dünyanın her yerinde insan yüreğini hop indirip hop kaldıran şeyin adıdır.
Şükrü, bir şeytan tuzağının içine girmişti. Kayıp bir insandı. Bu koca ülkede o günlerde bu saçmalıkları bölüşecek benden başka da kimsesi yok. Konuşmam onunla, idare eder, laflarının üstünden atlar geçerim. Gitti, uçtu çocuk, yazık, derim. Edebiyat tarihinin en yüz karası kuşağı. Kim şiirlerini yayınlarsa onun köpeği. Siyaset, ekonomi, dünya, hayat, hepsini unuttular. Bu bozuk cümlelerle sahiden, gerçek, dumanı sıcak sıcak tüten .ok oldular!

Yıllarca izledim Şükrü'yü, bir hırsız gibi, tenhada edebiyat heveslisi genç bir şairi yakalamış bilmişçe bir şeyler anlatıyor. Bu bozuk mısralarla çocuğun üstünde güç ve hâkimiyet kurmaya çalışıyor. Şiirini yayınlamayan derginin dedikodusunu ne iğrenç küfürlerle yapıyor. Öğrendikleri tek şey, kasıntı, bilmiş havalarını ayakta tuttukları, ordan burdan toplanmış bir "jargon".. Üç beş bilmiş laf. Sen kimsine çıkan jestler, Minikler. Âleme kahraman olmuşlar.

Şiirini yayınlamak hayat memat meselesi. Telefonlar, pazarlıklar, dergiyi ziyaretler Davetler. Arkadaşlıklar. Rakı masaları. Birbirine iltifatlar. Belki elinden kırk türlü iş gelirdi, ama niyeyse bu bozukluğa taktı. Bir tek şiir yayınlamak için iki yıl kıvırır, iki yılını küçük bir derginin etrafında dolaşarak geçirir. Söylediklerini tükürür, yalar. Dün küfrettiğiyle sarmaş dolaş olur. Bir dergiden başka dergiye dedikodular taşır, ortamlarda dolaşır, yani. Bu arada, ülkemiz dünya kurulduğundan bugüne, en çok ölüm veren savaşların içine girer, birçoğunu sınırında birçoğunu da içinde yaşar. Oysa bir insan koltuğun bacağına, tuvaletin sifonuna, ya da sadece a harfine bakıp, ciltler yazacak kadar şey hatırlar, tasarlar, aklına gelir. Neden bu bozuk metne yoğunlaşalım. Biz aptal mıyız? Günahımız ne? Günahımız şu: "içimizden onlar şöhret oldu. Bu yüzden bütün okuyucular hep birlikte çalışıp onların metnini anlayalım"..

Bu oyunları, eskiden zararsız bulur, yahu okuyucu aptal değil gibi yorumluyordum. Şimdi ise, öyle aşırı bir bulaşıcı hastalığa döndü ki, işte fuar dolusu şair, yüzlerce panel. Habire insanlar para yatırıyor. Çünkü bu salaklıktan romanlar da türedi. Ve isimleri yazıla yazıla ezberlendi. İsimler ezberlenince edebiyat fakültelerine hoca, büyük medyaya editör oldular. Bize de görevler düşüyor. Bu bozuk cümleleri anlamak için sabah akşam .ötümüzü yırtalım!.
Ya da bıkıp usanıp: "müthiş missin be kardeşim" deyip adamı övüp kurtulalım. (içimizde kim, bu ağır, öldürücü aptallığın moda olabileceğini tahmin edebilirdi!

Bizi edebiyattan kuşkuya düşüren bu insanlar edebiyat dergileri ve kurumlarının başında, yüzlerce konuşma, yüzlerce toplantı. Bu zır deliler okursuz edebiyatı moda kılıp rahat ettiler. Kitleleri edebiyattan soğutup, edebiyatı kendisi ve birkaç bozuk arkadaşının tekeline aldılar. Küstah ve terbiyesiz. Faciaların, rezilliğin daniskası!

İşle bunları anlattığım günlerde, Şükrü, uluslarası yazarların davetlisi olarak seyahate çıktı. Birkaç büyük dergide şairliği dosya konusu oldu. Yüzünde şakır şakır bir neşe. Manevi bir zevkle şişmiş burnu. Artık oturup kalkarken dudakları kıpırtısız. Sevimli ve sakin bir gülümseyiş. Genç okuyucu geldiğinde karşılarında cesur ve heybetli bir yüz görüyor. Bize bir ömür fare leşi yedirdiler, ne Dostoyevski'ye, ne Nazım Hikmet'e bu adamlar kadar kasılmak nasip olmadı!

Hiç kuşkunuz olmasın. Edebiyatın hedefi anlamdır. Absürt, dadaist, kurmaca sözcükler yazmak, tarihte bir dönemde, bir buluş olarak tarihin o gününde kaldı. Boğuk cümle, ancak bir tane yazılır. Çünkü bütün bozuk cümleler aynıdır. Ancak bu amcalar bir şey ifade etmeye çalışıyorlar ama ifade edemiyorlar. İfade yüksekliği ve derinliği için Türkçeyi derinden, köyünden, divanından okumanız şarttır. İfade yoksa edebiyatta yoktur!

Bu insanlar, insanlardan uzak durmayı, yalnız kalmayı, kalabalığı, toplumu, gürültüyü, çiçeği, vatanı, hiçbir şeyi ifade edemeyen dehşet bir kördüğümün içine girdiler. Acayiplik tohumu. Sırtlarına şairlik üniforması giymek için çalmadıkları kapı, söylemedikleri yalan kalmadı.

Sahte ödüller. Sahte röportajlar. Sahte mısralar. Ve utanmazlar. İşte dünyada eşine rastlanmayan, sadece bizim dergilerimizde büyütülmüş mahlûk türü! Bir de cüret ve küstahlık, bir de pervasızlık, bir de onu bunu beğenmeme, bir de körlüklerine bakmadan herkesi yargılama, üfürme. Çağımızın daha yıkıcı daha vahşi insan türü yok! Torpiller, kayırmalar, adamını bulmalar, torpilli röportajlar.. Sonunda, ne kendi yüzlerine bakmışlar, ne içlerine bakmışlar, ne ruh dünyalarını tanımışlar, ne bedenleriyle, insan oluşlarıyla, ahlakla ilgilenmişler!

Şiirde-edebiyatta, bizler, yazarın içe ve dışa bakışını seyretmek isteriz. Bu insanların derdi içlerine bakış değil, o dergi bu dergi niye şiirimi yayınlamadı. Ve kelimenin önüne ve arkasına bir kelime bulmayı meslek edinmişler. Düzgün söylemek kusurmuş gibi. Hayattan zevk almayı bilmeyen. Hayatla konuşmayı bilmeyen. Basit, ucube, binlerce taslak. Basitlikleri ve zayıflıklarını çok iyi bilecek kadar kurnaz oldukları için, sürekli bu biçimsiz sözlerin arkasına bir takım dedikodularla saklanmayı hayatlarının en büyük marifeti sanıyorlar.
Keşke, bozulabilecek kadar düşünceleri olsaydı.

Yazının kâğıda geçmesi, binlerce yıl aldı. Söylenceler önce ezberde tutuldu. Ezber de bir yazı biçimi. Şenliklerde, bağ bozumlarında sarhoşlar ezberledi bu söylenceleri. Sonra sonra insanları bu denli coşturduğu için insanlığın hafızasına, sonra da taşlara kazıdı.. Sizin neyiniz kayıd olacak. Bu yüzden hepsi antoloji yazarlarının götünden ayrılmaz. Ezbere girecek bir dil olmadan, şiir olmaz. Üstelik şiir, ilahi bilgiye yakınlığıyla övünür. Ayinsi özellikler taşır. Kutsaldır. Duygu, hikmet, ifade, felsefi kelimeleri, kâğıda dökme becerisi olmadan yazarlık olmaz. Tiksinti verici sözler. Ve hiçbir zaman rezil olmayacak kadar ayarlanmış, tutulmuş, anlaşılmış dergiler, dostlar, arkadaşlar!

Ve şimdi, yüzlerce şair, antolojiler dolusu şair, fuarlar dolusu şair tuhaflık yarışına girmiş. Kasıntı! Poz. Bilmiş. Aşırma sözlerle birbirlerinin taklidini yapa yapa bir tarikat olmuşlar. Hepsi birbirinden bahsedip adlarını başkalarına ezberletme yarışına girmiş.

Heyecan sıfır. Duygusal gerginlik sıfır. Akıl sıfır. Müzik, dil kültür, felsefe sıfır. Her şeyleri kulaktan dolma ya da son okudukları kitap kadar. Hareketsiz. Kabız. Tembel. Uyuşuk. En derin katlarına kadar sızmış ukalalık! İnat ettiler, bu toprakların en iğrenç yaratıkları olmayı başardılar!

Şiir, toplumsal alana, şölene açık alandır. Dobra dobra söyleyeceksin, türküler gibi, şarkılar gibi, yüksek tepeden söyler gibi, ilahi sözler gibi, aşk gibi, rüzgâr gibi konuşacaksın. Birlikte söyleyeceğiz, birlikte heyecan sarhoşu olacağız.

Bu kamyonlar dolusu çuvallar dolusu salakları kim üretti. Nerde ürediler. Yaptıkları tek güzel şey, bu paçavra püsürük şeyleri yayınlayıp iç dünyalarını belgelediler. Hayal kurmayı bilmeyen. Üslupsuz. Kelime boğuntuları içinde kafa ve kalp adamı olmayı hiç tanımamış, kelime sakatatları. Keşke ürkek bakışları olsaydı. Keşke gerçekten uçuruma dikili gözleri olsaydı. Keşke gerçekten topluma yabancı olsalardı. Keşke, "Ali gel, annen öldü" gibi basit bir cümleyi herkesin yazabileceği bu kadar sıradan bir cümleyi tanıyabilselerdi.. Edebiyat dışı. Sanat dışı. Basit kurnazlıklar sirki!

Keşke, dumanlı bir kafaları. Kederli bir yüzleri. Keşke, toprağı derin kazacak sert kazmalar gibi dürüst.. Keşke denizden korkan ama kayıkçı olsalardı. Keşke düşündükleri yerden kayıp düşecek kadar iç sarsıntıları olsaydı. Keşke buz üstünde taş taşımanın estetiğini bilselerdi.

Keşke, şiir yazarken, mahsustan bayılmanın keyfini bilselerdi. Şiir zilzurna keyif, zilzurna kederdir. Küçük zarif sarhoşlukları anlatacak kadar kitap okusaydılar. Sihirli zevkleri, sinir uçlarını tanıyabilseydiler. Keşke ahlak'ın kefaretine dayanabilecek ve ruhun ancak kelimelerin üstünde yücelebileceğini bilebilselerdi! Keşke, akşamı bizden önce görebilselerdi. Keşke rüzgârlar önce onların dalını kırabilseydi. Keşke, apaçık bir gerçeği kâğıda geçirebilmenin, edebiyatın hakikati, kendisi olduğunu bilebilselerdi.

Kaygı duymaksızın kâğıda çiziktirilen, dürüstlüğün, onurun, erdemin ve kendi insan soylarının sonunu hazırladığını bilebilselerdi. Edebiyat, ağzımıza vahşi bir acılık veren hayallerden başka nedir ki. Bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamadan kelimeler sır dolu kapılarını açar mı sanırsınız.
Bir yalan savaşı! Türk milleti neden bu kadar ucuz yalanlar ve bu kadar yalancı aydınlar yetiştiriyor!...

NİHAT GENÇ
edebiyat derslerine giriş
LEMAN YAYINLARI



Bütün konular: 5
Bütün postalar: 7
Bütün kullanıcılar: 5
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
Facebook beğen
 
ERZİNCAN' DA HAVA DURUMU
 
ERZINCAN


EKONOMİ
 

DÖVİZ KURLARI

NAMAZ VAKİTLERİ
 
TÜRKİYE
 

TÜRKİYE TANITIM

BİLMECE

DUYURULAR

VİDEO PAYLAŞIM SAYFAMIZI ZİYARET EDİNİZ.

FOTO ALBÜMLERİMİZ YENİLENDİ

ON-LİNE OYUN OYNAMAK İSTEYENLER TIKLASIN.


KAVAKYOLU BELDESİ

 


 

 


 
Bugün 52 ziyaretçi (67 klik) kişi burdaydı!

******* Bu WEB Sayfası FALCON (FAG)® Araştırma Grubu Tarafından Yapılmıştır. *******

kavakyolu@hotmail.com

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol